25 Nisan 2012 Çarşamba

Olimpiyat köşesi #1: Antik Olimpiyatlar


Olimpiyata bu kadar kısa süre kalmışken (92 gün) olimpiyatların geçmişine dair bir yazı dizisi planlıyorum.  İçinde her şampiyonun ilkleri, sembol sporcuları, önemli detayları ve en önemlisi hikayelerinin yer almasına özen göstermeyi düşünüyorum...

Şu an izlediğimiz, beklediğimiz olimpiyatlar “modern olimpiyat” adı altında geçiyor. Her şeyde olduğu gibi modern olimpiyatın da bir geçmişi var, hatta fazla geçmişi. Modern oyunlardan önce “antik olimpiyatlar” adı altında yarışlar yapılıyordu.

Tarihçesi

olympia
Peki böyle bir oyun düzenleme fikri nasıl çıktı? Herkesin bildiği üzere ilk modern olimpiyat Atina’da düzenlendi. Yunanlar sadece modern olimpiyatın değil antik olimpiyatın da kurucularıdır. Tarhiçesi ile ilgili pek çok söylenti var. Kesin tarihi de haliyle muallak... Rivayetlerin birine göre  Oyunlar, kutsal Olympia bölgesinde Zeus onuruna organize edilen dini kutlamalardı.  Hatta oyunların olduğu yerde Zeus’un heykelinin olduğu söylenmektedir.


Kısa kısa Antik Olimpiyatlar

 M.Ö 776’da başlayan oyunlar M.S 393’e kadar devam etmiş.
·        Olimpiyatlarda pankratyum, güreş, atletizm ve koşu yarışları yapılmış.
·    Oyunlara katılmak için üç şart koşuluyor. Yunan olmak, erkek olmak ve hür olmak. Bu sebeple ilk 400 yıl sadece erkekler oyunlarda yarışmış.
·    Evli kadınların oyunlara katılmaları kesinlikle yasakmış hatta bu suçu işleyenler ölümle cezalandırılırdı. Bu kuralı bozan tek kadın ise Kallipateira.
·         İlk oyunlar bir gün sürerken daha sonraları yarışlar beş güne çıkmış.
·         Kayıtlı ilk olimpiyat şampiyonu ise bir aşçı.
·     Yarışlar; 190 metrelik “Stadion” adı verilen pistte yapılıyormuş. Pist dolayısıyla 190 m yarışları da varmış.
·    Yarışlarda kullandıkları malzemeler ise Aryballos (topraktan yapılmış yağ küpü), Strigil (vücuttaki ter, yağ ve kumu sıyırmak için kullanılan eğri bir alet) ve Sünger.




·     Sporcular, oyunlar öncesi Olympia yakınlarındaki Elis’e gelmeden önce aylarca yoğun bir çalışma programından geçip yarışlardan dört hafta önce Elis şehrinde toplanırlarmış. Ön elemeler yapılıp en iyiler Olympia’daki mücadeleye giderlermiş.
·    Hakemler ve sporcular kurallarına uyacaklarına dair oyun öncesi yemin eder; kurallara  uymayanlara para cezası verilirmiş.
     Oyunların tek bir şampiyonu oluyormuş bu kişi de taç takılarak ödüllendiriliyormuş.
·         Hieromania antlaşması gereğince olimpiyat zamanı kimse kimseyle savaş yapmıyormuş...
·     O zamanlar oyunlar en demokratik yer olarak görülüyor. İlk başta geçerli olan” köleler yarışamaz” kuralının da kalkması itibari ile kölelerin rahatlıkla yarışıp kralları da yeniyorlarmış.
·    Fakirler ise kendilerine sponsor olmaları için asillerin yanına sığınıyor, onların işlerini      yaparken bunun karşılığı olarak da spor yapma şansı buluyorlarmış. 


Oyunların gelişiminin ise şu şekilde olduğu sanılmaktadır:

MÖ. 776
1. Olimpiyatlar
Koşu yarışı – Stadia
MÖ. 724
14. Olimpiyatlar
Çift tur koşu -Diaulos
MÖ. 720
15. Olimpiyatlar
Uzun mesafe koşusu – Dolichos
MÖ. 708
18. Olimpiyatlar
Pentatlon
MÖ. 708
18. Olimpiyatlar
Güreş
MÖ. 688
23. Olimpiyatlar
Boks
MÖ. 680
25. Olimpiyatlar
Dört atlı savaş arabası yarışı
MÖ. 648
33. Olimpiyatlar
At yarışı
MÖ. 648
33. Olimpiyatlar
Pankreas
MÖ. 520
65. Olimpiyatlar
Zırhlı koşu
MÖ. 408
93. Olimpiyatlar
İki atlı savaş arabası yarışı

23 Nisan 2012 Pazartesi

Taraftar güzel şey.....


Sporun en güzel şeyi kuşkusuz taraftar. Maç yapan insanlar daha iyi bilir, onları izleyen, destekleyen birileri varken yaptıkları maç daha keyifli. Seyircisiz maç sporcunun başına gelebilecek en kötü şey. Taraftar içinde maça gitmek ayrı keyif. Muhtemelen oradan aldığımız hazzı çoğu yerden de alamayız. Sadece takımınızı destekleyip zevk alabilirsiniz ama gittiğiniz ortamı şenlendirmek sizin elinizde. İşte Belacher Report’ta keşfettiğim kendini fazla kaptırmış taraftarlar :)


Bazı taraftarlar var ki normalde sevgilisine/eşine veya oyuncuya veremeyeceği mesajı maçlar sayesinde verir..






Bazıları var ki giydiği kıyafetlerle sahada olan maçtan daha fazla ilgi görür...

Bazıları var ki gittiği maçın alet edavatına dönüştürür kendini...






Bazısı var ki maça gitme olayını gerçekten yanlış anlamıştır...


Ve tabii ki rengarenk olanlar...


Ve her zaman two bigger than one...


19 Nisan 2012 Perşembe

Sizi Halter'e alalım...

Spor yapalım, izleyelim diyoruz ama ne yapıyoruz ne de izliyoruz. Futbol dışında tabii. Futbol sporun ağası olmuş durumda. Keşke başarısı olsa da ağalığına ağalık katsa. Futbola dair başarabildiğimiz tek şey şampiyona adayalığı, ne milli takım düzeyinde şampiyonaya gidebilme ne de kulüpler bazında herhangi bir organizasyonda gruplardan çıkabilme. (merhaba beşiktaşlılar) Neyse konu dağılmasın, bu blogun konsepti ne uygun bir post atmak için gene futboldan giriyorum. Bu bile “futbol is everything for Turkey” tezimi bir kez daha kendime kanıtlamış oldum.

 Bu ülkenin sporu güreştir, halterdir ve yeni yeni voleybol ve basketbol. (voleybolseverlikten bağımsız.) Herhangi bir sporun ülke sporu olması için başarı getirmesi gerekiyor. Hazır daha yeni Avrupa Halter Şampiyonası Antalya’da yapılmışken kısaca halter nedirden ziyade, geçmişi nedir, nereden gelmiştir, neler kazandırmıştır tabii ki Türkler bazında değinmek istedim.

Tabii halter denilince akla ilk olarak Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu geliyor. Burada şöyle şanssız bir durum var ama Halil Mutlu’nun kırdığı rekorlar, kazandığı şampiyonluklar Naim Süleymanoğlu’nun kazandığı başarıların gölgesinde kalıyor maalesef. Aynı Ronaldo’nun naparsa yapsın Messi’den daha iyi olamayacağı gibi.

TARİHİ

Halterin tarihi te Osmanlı’ya dayanıyor. O zaman popüler bir eğlence olan pehlivanlık için gençlerin kollarını güçlendirmek adına yaptıkları egzersizler sonucu ortaya çıkmış. Egzersiz dediğimiz de hayvan ya da koca koca kayaları kaldırmak. Bunu zaman içinde ağırlık kaldırma sporuna dönüştürmüşler. O zmanalar ise esas amacı savaşlar sırasında iyi müdafaa yapabilmek, iyi kalkan kullanmak vs. Sultan 4. Murat itibari ile de sempatik sporumuz ordunun eğlencesi haline gelmiş, padişahımız da mermi, gülle (?) taşıyarak destek vermiş. Modern zamandaki halter ise Galatasaray Lisesi’nin Fransız öğretmenleri nin öncülüğünde aletli cimnastiğin bir parçası olarak ortaya çıkıyor.


KURALLARI - ÇEŞİTLERİ 


*Günümüzdeki halter, anlaşılırlığı ve kuralları en basit spor heralde. En fazla ağırlığı kaldıran sporcu kazanıyor. Aynı sikletteki sporcular silkme, koparma ve toplam olmak üzere üç dalda madalya alıyorlar. Sporcular sadece silkme ve koparma içn ağırlık kaldırırken bu iki yarışmanın en yüksek dereceleri toplanarak toplam kategorisi oluşuyor.
*Koparmada, sporcu tek seferde ağırlığı başının üstüne çıkarması gerekiyor. Silkme ise iki hareketten oluşuyor. Sporcu, barı önce omuz seviyesine sonra da başının üstüne çıkarmalı.
*Yarışmalardaki sikletler ise sporcuların kilolarına göre belirlenmiş durumda. Eğer iki sporcu aynı ağırlığı kaldırmış ise rakibine göre daha hafif olan sporcu sıralamada daha ön sırada yer alıyor.
*Sporcuların kaldırışlarının geçerliliğini ise karşılarındaki hakemler belirliyor. Sporcu kaldırışını yaptığı sırada, üç adet hakem önlerindeki butondan eğer kaldırışın geçerli olduğunu düşünüyorlarsa beyazı, geçerli olmadığını düşünüyorlar ise kırmızıyı seçiyorlar. Kaldırışın geçerli olması için üç hakemden en az ikisinin beyaz butonu seçmesi gerekiyor. Kaldırış geçerliliği için ayakların aynı hizada olmasına, dirseklerin dik olması durumuna bakıyorlar.

 MALZEMELERİ
                                     Halter barı
                                     Halter pisti
 
                                     Bar Kilidi
                                      Magnezyum tozu

 HALTER VE İLKLER 
 • Halteri halter olarak yapan ilk Türk Faik Üstünidman. Hatta zamanının (1904) olimpiyat şampiyonunun 112 kilosuna karşılık 115 kilo kaldırarak zamanında “bu sporun ağası biz olacağız” mesajını da yunanlı Kukussis’e vermiş.
 • Kulüpler düzeyindeki ilk sporcularımız ise Ali Rana, Tatar Süleyman, Bedri Nesip, Mustafa Hayri ve Osman Tahsin olmuştur.
 • İlk olimpiyatımız 1924 Paris Olimpiyatı. Oyunlara iki sporcu ile katılıyoruz ve kayda değer başarı kazanamıyoruz.
 • 1956’da Halter Federasyonumuz kuruluyor ve ilk başkanı Haşim Ekener oluyor.
 • Uluslararası ilk başarımız 1959’daki Akdeniz Oyunları’nda Metin Gürman’ın kazandığı ilk gümüş madalya.           •Uluslararası organizasyonlar kırılan ilk Türkiye rekorunu 1964 Tokyo Olimpiyatları’nda 445 kilo kaldıran Sadık Pekünlü kırmıştır.
 • Türkiye'ye Olimpiyat Şampiyonluğu kazandıran ilk kadın sporcumuz ise Nurcan Taylan.
 • Uluslararası oyunlarda ilk bronz madalyayı 1967 yılında Akdeniz Oyunları'nda 82.5 kilo kaldıran Güner Çevik kazanmıştır.
 • Uluslararası oyunlarda ilk altın madalyayı 1975 Akdeniz Oyunları'nda Mehmet Suvar kazanmıştır.
 • Olimpiyat Oyunları’nda ilk altın madalyayı ise Naim Süleymanoğlu kazanmıştır. (1988 Avrupa Şampiyonası’nda üç dünya rekoru; aynı yıl Seul’de dokuz olimpiyat altını ve altı dünya rekorunun da sahibidir)
 • Yaptığımız ilk doping ise 1991 yılındaki 11. Akdeniz Oyunları'nda Sunay Bulut ve Ali Eroğlu'ndan geldi.

8 Nisan 2012 Pazar

180 DERECE

Hayatta bazı şeylere ne kadar kızsan, küssen, bağırsan çağırsan da atsan atılmaz, satsan satılmaz. Her insanın hayatında bu yeri dolduran genellikle ailesidir ya da kardeşi kadar sevilen yakın arkadaşları ya da sevgilisi. Eğer taraftarsan (evet, seyirci değil) bunların yanına takımın gelir hatta öne bile geçer. Geçen yılda tüm Galatasaraylılar için aynen öyleydi. Hayat akışı içinde başımıza bir sürü şey geldi ama en çok ona sinirlendik, en çok  takımın o haline üzüldük ama haklıydık. 80-90 yıllarında doğan her çocuk Galatasaray’ın başarıları ile büyüdü. UEFA başarısını yatıp kalkıp dile getirmek de doğru değil zira başarıyı tekrarlamadıktan sonra anlamını bir süre sonra kaybediyor, maalesef. 2000’den sonra sadece 3 şampiyonluk gördük, şampiyon olamadığımız diğer yıllarda ise bir şekilde sineye çekebildik, geçen yıl hariç.


Geçen yıl hiç yaşanmamış olsun istedik ama ölmüşle olmuşa çare yok. Ali Sami Yen’i kaybettik en kötüsü. Bundan sonra sıralancak şeylerin çok bir anlamı yok aslında. Geçen yıldan sonra bu takım –enkaz?- nasıl toparlancak dedim(k), Fatih Terim başa geçince “gene mi?” dedim(k). “Fatih Terim egosundan kurtulsun da gelsin yeaa” dedim(k). Servet’i, Gökhan Zan’ı, Mustafa Sarp’ı bu takımdan nasıl göndercez dedik, bu takım nasıl gol atacak dedik(geçen yıl 34 maçta atılan 41 gol, hiç atma hani daha iyi) Olumsuzlukları say say gerçekten bitmiyor. Adnan Polat ve ekibine girmek dahi istemiyorum. Ciddi anlamda “bu enkazdan nasıl kurtuluruz?” dedik. Bu kadar kötü sezon gerçekten hayatımızda zor görürüz. Hani Allah düşmanımın başına vermesin denir ya, aynen öyle.

Sonra kendimizi bir anda 3 Temmuz sürecinde bulduk, kendimizi değil aslında Türk futbolunu. Ligin statüsü değişti, play off geldi, lig ertelendi, ne olduğumuzu anlayamadık. Tabii bu sırada takımda o kadar iyi şeyler oluyormuş ki aslında lig başlayamadan farkına bile varamadık.

Geçen yılki kadroyu göz önüne getirdiğimizde zaten aradaki farkı çok net anlayabiliriz her ne kadar sistem farklı olsa da:
İlk 11
2010-2011
2011-2012
Kaleci
Zapata-Ufuk
Muslera
Sağ bek
Sabri
Eboue – Sabri
Stoper
Servet – Gökhan
Ujfalusi
Stoper
Neill
Semih
Sol bek
Hakan Balta – Çağlar
Hakan Balta
Orta saha
Arda Turan
Emre Çolak – Riera
Orta saha
Ayhan – Mustafa Sarp – Barış (üçünü topla 1 adam etmez)
Selçuk
Orta saha
Culio – Cana
Melo
Orta saha
Pino – Stancu
Engin
Forvet
Baros
Baros – Necati
Forvet
Pino?
Elmander

Bu yıla kadar futbolun sistemle alakası olmadığını savunurken ki geçen yılki sistemsizliği görünce en kötü sistem sistemsizlikten iyidir düşüncesini daha yeni özümserken, bu yıl yüzümüze tokat değil de sille gibi çarpan bir 4-4-2 gerçeği var. Galatasaray ve 4-4-2 mi yoksa Fatih Terim ve 4-4-2 mi bundan çok emin değilim ama bu üçü bir araya gelince ortaya mükemmel bir şeyin çıktığı kesin.

Yukarıdaki tabloya bakınca her şey açık aslında.
·      *İlk 11’den sadece 2 oyuncu var. Hakan Balta ve Baros.
·     *Bunların yanına dünyanın en iyi beş kalecisinden biri olan Muslera’yı getirdik, her ne kadar elleri küçük olsa da.
·      Önüne, Çek Cumhuriyeti Milli Takımı kendi isteğiyle bırakana kadar sürekli oynayan, Atletico  Madrid’in daimi oyuncularından biri olan Tomas Ujfaluji’i (viking) getirdik; yanına da  resmen küllerinden yeniden doğan, hani bi futbolcunun geçirebileceği tüm sakatlıkları  geçiren ve toparlanan ve en önemlisi genç olan Semih’i koyduk.
·     Artık tüm Türkiye’nin diline düşmüş Sabri’nin yerine, Arsenal’den nasıl olduğunu anlayamadan Eboue’yi koyduk. Muslera + bu dörtlünün kaç maç bir arada oynadığını tam hatırlamıyorum ama Eboue’nin sakatlığı ve Afrika Kupası’na gitmesi ve diğerlerinin kırmızı kart cezaları dışında bu ekip hiç bozulmadı, çünkü güven verdiler.
·      Orta sahada ise TARTIŞMASIZ Türkiye’nin en iyi Türk oyuncusunu, Selçuk İnan’ı getirdik, hem de bonservisi olmadan. (“Ya ama çok para verdiniz, o kadar etmez yeaa” diyenlere keşke daha çok versek diyorum. Barcelona, Real Madrid, ManU, Bayern hepsinde oynayabilecek  tek Türk oyuncumuz, helali hoş olsun.)
·      Her ne kadar oynamasa da  ki bence bu yıl en çok üzüldüğüm futbolcu Ceyhun Gülselam’ı da kadroya kattık. (ki seneye şampiyonlar ligi + lig + kupa derken inşallah hak ettiği sansı bulacak)
·      Eboue’de olduğu gibi nasıl olduğunu anlayamadan Juventus’tan, Felipe Melo’yu kiraladık. Bu son olaydan bağımsız, geldiği ilk günden beri kendisinden haz etmiyorum, inşallah o kadar bonservis ödeyip almayız. Tribünlere oynamasının yanısıra maç içinde de oynadı, hakkını yemeyelim. 10 gol atarak kariyerindeki en çok golünü de burada attı.
·  Bu sezon bizi en çok dara sokan pozisyon ise 4-4-2’nin ortadaki dördün iki kenarıydı kuşkusuz. Buraya, Şenol Güneş’i bile yeri geldiğinde çileden çıkaran futbolun “psikopat” oyuncularından biri olan Engin Baytar’ı aldık, Fatih Hoca adam eder dedik, etti. Her ne kadar oyun içerisinde kafasını kaldırması gerektiği yerde kaldırmasa da ama biz de onu böyle sevdik. Şu an takımda gerçekten ne yaptığını anlayamadığım, sırf Arda’nın bize son dakika attığı gol sonrası uzatmalarda aldığımız Riera ile anlaştık. Riera ve Engin’in yanına ise artık “ha patladı, patlayacak” diye beklediğimiz Emre Çolak’ı monteledi Fatih Hoca, iyi de yaptı.
·   Forvete gelecek olursak, Baros’un ilk geldiği sezonda gösterdiği performanstan sonra bu takım uzun süre forvet nedir bilemedi. Elmander inanılmaz futbol oynadı -sistem oynattı da diyebiliriz bir nevi- Tüm derbilerde gol atmasının çok önemi yok aslında ama adam attı, takımın en golcü ismi. Takım savunmasını başlatan isim ki bunun ne kadar önemli olduğunu Elmander’in sakatlandığı sırada gördük. Bir de Neco var. Onun da nasıl gittiğini anlayamamıştık, geldiği iyi oldu zira ara transfer döneminde bir transfer ne kadar fayda getirir karşılığının literatürdeki yerini aldı kutsal atkuyruk.


Sezon sonunda tüm dinamikler birleşince, kısacası “takım” olunca ligin en çok golünü de (69 gol) atar, en az golünü de yer (24 gol) en iyi averaja (+44) da sahip olur; ligi de lider bitirirsin.(bundan 8-9 ay öncesine kadar biz buna şampiyon diyorduk.) Ama tabii ki daha hiçbir şey belli değil zira TFF dünyanın en amaçsız hareketinde bulunup play off sistemini getirdiler ama biz böyle oynadıktan sonra 6 maç daha oynarız, dert değil.
Play off’lar bitince şampiyonluğumuzu ilan edince bu konu ile ilgili bir yazı yazmak dileğiyle...

30 Mart 2012 Cuma

Sporcu Biyografisi: #1 Eleonora Lo Bianco

Bloğumun diğer bloglardan farklı olması gibi bi kaygım yok aslında. Ama diğer bloglarda çok rast gelmediğim “sporcu biyografisi” köşesi olsun istedim. Tabii bu kime göre başarılı neye göre başarılı tartışılır da şuraya yazmayı planlayacağım sportif kişilikler için “bunun neresi başarılı yeaa” denileceğini sanmıyorum.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu köşeye layık gördüğüm ilk insan tabii ki voleyboldan, Eleonora Lo Bianco.

Şu an kariyerine Galatasaray Medical Park’ta devam eden ve 1 yıl daha sözleşmesi bulunan tartışmasız dünyanın en iyi pasörlerinden biri ki bana göre oynadığı dönemin en iyisi.

İtalya’nın Omegna adlı ufak kasabasında dünyaya gelen Lo Bianco 32 yaşında. Pek çok sporcudan farklı olarak, 8 yaşındayken izlediği çizgi filmden etkilenip arkadaşıyla sokakta oynamaya çalışarak voleybola başlamış. Ailesi de hevesli olduğunu görünce spor okuluna yazdırıyor ve voleybol serüveni başlıyor. Aynı bizim Türk ailelerinde olduğu gibi Lo Bianco’nun ailesi de önceliğinin ders olmasını istiyor; eğer derslerinde başarılı olmazsan, voleybola devam edemezsin diye şart koyuyor. Eğitim kariyerini bilmiyoruz da voleybol kariyeri her sporcuya nasip olmayacak derecede başarılı. 

Kariyerine 1994’te doğduğu kasabanın takımında Serie C liginde başlıyor. Daha sonra sırasıyla Club Italy, PV Busto Arsizio, Teodora Ravenna, Pieralisi Jesi, Voley Bergamo ve şimdi ise Galatasaray Medical Park. Aynı zamanda Galatasaray, onun için kariyerindeki bir ilke sebep oldu. 17 yıl boyunca sadece İtalya’da oynayan Lo Bianco ilk kez ülkesinin dışına çıktı. Bunun en önemli sebebi ise yaklaşık 20-25 yıl boyunca Avrupa voleybolunun beşiği olan İtalya’nın ekonomik sorunlar yaşaması.

Bir röportajında, şu an Avrupa voleybolunda Türkiye ile birlikte en popüler lig olan Rusya’dan da teklif almasına rağmen kulüp bazında, voleybolda çok iddası olmayan Galatasaray’ı seçmesinin sorulması üzerine kendisi şu cevabı veriyor: “Benle bu kadar ilgilenen başka kulüp olmamıştı, bana başka seçenek bırakmadılar. Vakıfbank Türk Telekom teknik direktörü Guidetti ile de konuştum, bana “buraya geldikten sonra İtalya’a geri dönmek istemeyeceksin dedi” ben de düşünmeden geldim ”

Lo Bianco’yu efsane hâle getiren bir diğer konu ise 2011’de Japonya’da düzenlenen Dünya Kadınlar Voleybol Şampiyonası  sonrası meme kanseri teşhisinin konulması. Şampiyonanın ertesinde tedaviye başlanmış, ufak bir operasyon ile sağlığına geri kavuşmuş. Kasımda teşhis konulduktan sonra ocak’ta antremanlara başlıyor, 8 ay sonrada Galatasaray ile anlaşma sağlıyor ve hâlâ İtalya Kadın voleybolunun pasörlüğünü yapıyor.

Milli takım demişken, siz daha önce 510 kez milli olan birini daha gördünüz mü? İtalya’da kadın ve erkek voleybol tarihinde ilk kendisi. Diğer spor dallarını da araştırmak lazım, bu sayıya erişmek herkesin başarabileceği iş değil. 1998 yılından beri aralıksız oynuyor. Kazanamadığı tek şey  ise Olimpiyat şampiyonluğu. 2004 ve 2008’de çeyrek finalde elendiler, 2012 Londra Olimpiyatı’nda bunu tamamlamak istiyorlar ama bunun için önce Avrupa Olimpiyat ön elemelerini geçmeleri gerek. (not: Avrupa kadın voleybol olimpiyat elemeleri 1-6 Mayıs’ta Ankara’da oynanacak maçlar ile belli olacak)

500. milli maçı sonrası verdiği röportaj: 

Kısa kısa notlar ile Lo Bianco:
-   Kariyerine başladığından itibaren çocukluğundan bu yana idolü olan İtalya’nın efsane pasörlerinden Manuella Bennelli’nin forma numarası olan 14 numaralı formayı giyiyor.
-   Takma adı “Leo”
-   İtalya’da olimpiyat meşalesini taşımaya aday 4 kadın sporcudan biri oldu.
-   İstanbul’da en çok sevdiği 3 şey: Boğaziçi köprüsünün gece manzarası, simit ve insanların içten oluşu.
-   En sevdiği tatlı dondurma.

Başarıları
·  1999-Avrupa Şampiyonası-Bronz madalya.
2001-Avrupa Şampiyonası-Gümüş madalya.
2001-Akdeniz Oyunları-Altın madalya.
2002-Dünya Şampiyonası-Altın madalya.
2004-World Grand Prix-Gümüş madalya.
2005-Avrupa Şampiyonası-Gümüş madalya. / en iyi pasör
2006-World Grand Prix-Bronz madalya. / en iyi pasör
2007-Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu-Foppapedretti Bergamo.
2007-Avrupa Şampiyonlar Ligi -Foppapedretti Bergamo. / en iyi pasör
2007-World Grand Prix-Bronz madalya. / en iyi pasör
2007-Avrupa Şampiyonası-Altın madalya.
2007-Dünya Kupası-Altın madalya.
2008-World Grand Prix-Bronz madalya.
2009-Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu-Foppapedretti Bergamo.
2009-Avrupa Şampiyonası-Altın madalya.
2009-Avrupa Şampiyonası / En iyi pasör.
2009-World Grand Champions Cup-Altın madalya.
2010-Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu-Foppapedretti Bergamo. / En iyi pasör
2010-Avrupa Şampiyonlar Li- Foppapedretti Bergamo. / En iyi pasör
( 6 kez en iyi pasör, 3 kez şampiyonlar ligi şampiyonluğu, 2 İtalya ligi şampiyonluğu, 2 İtalya Kupası şampiyonluğu)

22 Mart 2012 Perşembe

Adım Adım CEV CUP!

Bilindiği üzere geçtiğimiz pazar kadın voleybol takımımız Avrupa’nın ikinci büyük voleybol kupası CEV Cup’ta finale yükseldi. Play-off öncesi kızlarımızın ligi dördüncü sırada bitirmesinden de anlaşılacağı üzere yıl içinde ağırlığı CEV Cup’a verdi. İki maç üzerinden oynanacak final müsabakalarının ilkini 27 Mart Salı günü saat 19.00’da Burhan Felek Spor Salonu’nda oynayacağız. Seyirci desteğinin ne kadar önemli olduğunu altın sete giden yarı final mücadelesinde görmüş olduk. Bu sebeple tüm taraftarlarımızı bu önemli maçta Burhan Felek Spor Salonu’na bekliyoruz.


Peki finale nasıl geldik?


CEV Cup’ta final dahil tüm elemeler iki maç üzerinden yapılıyor. 2. turdan katıldığımız turnuvada ilk rakibimiz Kıbrıs Rum Kesimi’den Apollon Limassol idi. İlk maçta rakibine sadece 45 sayı veren voleybolcularımız Kıbrıs Rum Kesimi’ne 3-0’lık skorla gitti. Hatırlanacağı üzere maçın sonunda oldukça tatsız olayların yaşandığı maçta da takımımız gene aynı skorla kazanmayı bildi ve 16 takım arasına ismini yazdırdı.


3. turda (voleybolda son 16) rakibimiz Belçika’dan Asterix Kieldrecht idi. Evimizde oynadığımız ilk maçı 3-0’lık skorla kazanıp deplasmana avantajlı gittik. Deplasmandaki maçı 3-2 kaybetmemize rağmen altın seti kazanan taraf biz olunca çeyrek finale adımızı yazdırmış olduk.


4. turda ise rakibimiz yunan takımı AEK Atina oldu. Gene eşleşmenin ilk maçını evimizde oynadık. İlk sette zorlanmamıza rağmen 3-0 kazanmayı bildik. Deplasmanda da kazanan ve skor değişmedi ve bir üst tura adımızı yazdırmayı başardık.


Bu turda Avrupa voleybolunun en prestijli kupasından (siz diyin şampiyonlar ligi) elenen takımlar ile CEV Cup’ta son 8’a kalan takımlar eşleşiyorlar. Bizim de rakibimiz Sırbistan ekibi Kızılyıldız oldu. İlk maçı evimizde oynama geleneğimizi ve 3-0 ile kazanma istikrarımızı sürdürdük. Belgrad’da da aynı 4.turda olduğu gibi rakibimizi 3-0 yenerek adını yarı finale yazdıran taraf biz olduk.


Yarı finalde ise işimiz diğer turlarda olduğu kadar kolay değildi. Rumen ekip Tomis Constanta ile ilk maçı bu sefer Romanya’da oynadık ve maçtan 3-0 yenik ayrıldık. Finale çıkmak için taraftarın yoğun desteğine ihtiyacımız vardı. Finale çıkmak için sadece yenmemiz yetmiyordu. İlk maçı kaybettiğimiz için altın seti de kazanmak zorundaydık. Burhan Felek’i dolduran voleybolseverlerin de yoğun desteğiyle hem maçı hem de altın seti kazanarak adımızı finale yazdırdık.


Finaldeki rakibimiz ise İtalya liginin lideri olan Yamamay Bursto Arsizio. Tekrar hatırlatayım, final karşılaşmalarının ilkini 27 Mart Salı günü saat 19.00’da Burhan Felek Spor Salonu’nda oynayacağız. Voleybolseverleri Burhan Felek’e bekliyoruz.


Peki Yamamay Bursto Arsizio kimdir?


Son derece formda olduklarını play-off’lar öncesi İtalya ligini lider bitirerek gösterdiler. Kendileri hakkında çok fazla bilgi yok açıkçası. Sınavlar, ödevler bastırdığı için detaylı araştıramadım ve baktığım italyan sitelerin de ingilizce dil seçeneği de yoktu maalesef. Ama ne olursa olsun kadın voleybolunda İtalya’da lider bitimişseniz baya büyük iş yapmışsınız demek oluyor. Bu da bizim için çok iyiye işaret değil. Ama bu sene kulüp olarak her branşta “inanmışlık” olduğu için ve maçlar da oynanmadan kazanılmadığı için ne desek yalan. Tek dezavantajımız ikinci maçı deplasmanda oynacak olmak. Onun dışında takımın sahada elimizden geleni fazlasıyla yapacağına şüphemiz yok.


Bazı şeylerin voleybolda değiştiğini görmek mutluluk verici. CEV Cup’ta final oynamak da kolay iş değil. Kazansalar da kaybetseler de bu taraftarsızlıkta bu başarı için teşekkür ediyoruz. İtalya’dan da almadan gelmesinler demekten başka diyecek bi şeyde yok.

16 Mart 2012 Cuma

2012'de gerçekten spor başkenti miyiz?

Avustralya GP’si ile Formula1 başlayınca aklıma ister istemez Bernie Amca’nın oyunları sonucu İstanbul Park’ın elimizden alınışı aklıma geliyor. Bu olayın bir de İstanbul’un 2012 spor başkenti olduğu zamana gelmesi de ayrı ironi. Gerçi burada da “Formula 1 spor mu?” saçmalığı karşımıza çıkıyor ama gülüp geçiyoruz.

Madem İstanbul spor başkenti seçildi, bakalım önümüzdeki yaklaşık 290 gün boyunca hangi sporlara ev sahipliği yapacağız. Dünya Salon Atletizm Şampiyonası geçtiği için onu geçiyorum.

*28 Mart – 1 Nisan Kadın Basketbol Avrupa Sekizli Final
Galatasaray Medical Park kadın basketbol takımımızın ev sahipliğinde oynanacak olan maçlar Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleşecek. Galatasaray Medical Park ev sahibi olduğu için direkt katılıyor.

*1-6 Mayıs Kadınlar Voleybol Olimpiyat Elemeleri
2012 Londra Olimpiyatları’na Avrupa’dan gidecek son takım olmak isteyen Avrupa’nın 8 a milli kadın voleybol takımının maçları 1-6 Mayıs tarihlerinde Burhan Felek Spor Salonu’nda oynanacak. Şampiyon olan takım da Londra’ya gitmeye hak kazanacak.
PS: A milli kadın voleybol takımımız da bu 8 takım arasında. Hazır ev sahibi iken Londra’ya giden taraf biz oluruz inşallah.

*4 - 6 Mayıs Erkekler THY Euroleague Dörtlü Final
Son 16’ya 3 takım ile girip son 8’den 0(sıfır) takımla çıktığımız şampiyonanın finali Sinan Erdem Spor Salonu’nda oynanacak.

*10-13 Mayıs IWBF Champions Cup
Daha önce 3 kez bu kupayı kazanan Galatasaray’ın ev sahibi olduğu tekerlekli basketbolun en önemli kupası 10-13 Mayıs tarihleri arasında Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynanacak. Turnuvaya 8 takım katılıyor.

*27 Ağustos – 10 Eylül Dünya Satranç Olimpiyatları
Satranç içinde en büyük öneme sahip Dünya Satranç Olimpiyatlarının 40.sı İstanbul’da düzenlenecek. Oyunlara 200’den fazla ülke, 2500’den fazla sporcu katılması bekleniyor.
(Satranç bir spor, evet.)

*6-7 Ekim Judo Dünya Kadınlar Judo Şampiyonası
Olimpiyatlara puan verecek olan Dünya Kadınlar Judo Şampiyonası, Belarus ile ortak düzenleniyor. Bir yıl kadınlarda bir yıl erkekler olarak düzenlenecek.

*23-28 Ekim WTA Championship
Kadın tenisinin son durağı olan WTA Championship’e ikinci kez ev sahipliği yapıyoruz. Teklerde 8 kişinin mücadele ettiği turnuvada çiftlerde 4 takım yarışacak.
WTA Championship’in tanıtım filmi için:  http://www.sporxtv.com/tenis/wta/wta-istanbul-championshipe-muhtesem-bir-tanitim-filmiSXTVQ25472SXQ

*12-16 Aralık Dünya Kısa Kulvar Şampiyonası
Yaklaşık 180 ülkenin katılmasını beklenilen bu şampiyona 2 yılda bir düzenleniyor. Yarışmalar tabii ki her spor organizasyonunda olduğu gibi Sinan Erdem Spor Salonu’nda yapılacak.
--------
Bu kadar sporu bir sene içerisinde alnımızın akıyla başarabilirsek 2020 Olimpiyatları için baya baya iddialı duruma geliriz. (2020’yi alana kadar her yazıda bunu geçiricem galiba.) Atletizm, yüzme, judo, tenis, basketbol ve voleybol, daha ne olsun? Aa pardon, çoğunluk için dünyadaki tek spor olan futbol yok, kusura bakmayın.

Artık değişim vakti...

2012 yılının spor başkenti olan İstanbul’da ilk büyük şampiyonayı atlattık. Ümit ediyorum ki kimse bunu okuduğu zaman “hıı, hangi şampiyona?” demeyecek. Bu ülkede spora dair iyi şeyler olmaya devam ediyor, “sportif farkındalık” gittikçe artıyor. Bunun en önemli göstergelerinden biri 9-11 Mart tarihleri arasında Ataköy Atletizm Spor Salonu’da Dünya Salon Atletizm şampiyonasını izlemeye gelen seyircilerimizdir.

Sırıkla yüksek atlamada Yelena Isınbeyeva’nın rekor denemelerinde ve uzun atlamada Brittney Reese’nin şampiyona rekoru kırdığı atlayışında tempo tutan; ülkemize tarihinde ilk gümüş madalyasını kazandıran İlham Tanui Özbilen’in 800 metredeki atağının, Türkiye’ye salon şampiyonalarında ilk madalyayı kazandıran Aslı Çakır Alptekin’i son saniyede bronz madalyayı kazandıranlar oraya gelmiş olan atletizm seyircileridir. Münih’te düzenlenen Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda Süreyya Ayhan ile kazandığımız gümüş madalya belki de bu seyircinin temelini oluşturuyor.

Erkekler sırıkla atlamada altın madalyayı kazanan Fransız Renaud Lavillenie yarış sonunda verdiği röportajda “Fransa ve Türkiye arasında yaşanan sorunlar nedeniyle tepkiyle karşılaşacağımı düşünüyordum. Ancak beni hep desteklediler ve buna çok şaşırdım. Harika bir seyirci vardı. Onlara teşekkür ederim.” Derken kadınlar 4x400 metre bayrak yarışında ikinci olan Amerika’nın başarılı ismi Sanya Richard Ross’un twitter’da “Türk seyirciler muhteşemdi.” şeklinde açıklama yapması bile bazı şeylerin olumlu yönde değiştiğinin göstergesi. 7500 kişilik salon cuma günü hariç iki gün boyunca dopdoluydu. 5 yıl önce yapacağımızın kesinleştiği bu şampiyona için “Salon yapmaya değmez, zaten seyircimiz de yok, dünyaya rezil oluruz.” diyen ünlü “spor” yorumcuları da şampiyona sonrasında açıklamaları ile tekrar görmek isteriz.

Unutmamamız gereken bir gerçek var ki burası Türkiye. 12 Mart 2012 tarihli gazetelerin spor ya da sür manşetlerine iyice bakalım zira 13 Mart’taki gazetelerde “Dünya Salon Atletizm Şampiyonası” ile ilgili herhangi bir haber veya başlık ne yazık ki fazlasıyla göremeyeceğiz. Belki de bunun en önemli sebebi “bir atletizm kahramanımızın” olmaması ya da “kahraman” olmayı istemeyen sporcularımızın olmasıdır. Süreyya Ayhan, Elvan Abeylegesse, Eşref Apak ve diğerleri. Şimdiye kadar hepsi bireysel sportif başarı yakalasalar da ne yazık ki bunun devamını getiremeyip kahraman olmayı beceremediler.

Kimsenin çuvaldızı kendisine batırmadığı ülkemizde haliyle atletlerimiz de pek çok konudan yakınıyorlar. Bu şikayetlerin en başında “tesis yetersizliği” geliyordu ne yazık ki. Bu şampiyona için yapılan Ataköy Atletizm Salonu dışında kapalı bir atletizm salonumuzun olmayışı sporcularımızın uzun süreler ülke dışında antreman yapmalarına sebep oluyordu. Hatta bu şampiyonada kadınlar gülle atma finallerinde yarışan atletimiz Emel Dereli, yılın altı ayı Bulgaristan’da antreman yaptığını daha önceleri dile getirmişti. Daha da acısı şimdiye kadar Türkiye’de “salon şampiyonası” adı altında yapılan yarışların açık alanda yapılduğı için derecelerinin geçerli olmamasıydı. Ataköy Atletizm Salonu ile bu gibi sıkıntıları da bir nebze olsun çözmüş olmakla beraber, atletlerimizin derecelerini geliştirmelerini ve ülkemizin daha fazla sporcuyla temsil edilmesini temenni ediyoruz.

Bu şampiyonanın bizim için belki de en önemli tarafı aslında 2020 Olimpiyat oyunları adaylığında bizi rakiplerimizden bir adım öne geçirecek olmasıydı. Bilindiği üzere olimpiyatın temel oyunu atletizmdir. Bizle beraber 2020 için aday olan Roma, Madrid, Bakü, Tokya ve Doka’nın adaylık süreci boyunca bu tarz bir organizasyon düzenlemeyecek olmaları bizim için büyük şans. Şampiyona sırasında herhangi bir aksiliğin olmaması ver herkesin memnuniyetle ayrılması ülkemiz ve adaylığımız açısından sevindirici. 7 Eylül 2013 tarihinde olimpiyat oyunlarını düzenlemeye hak kazanan şehrin “İstanbul” olduğu söylense de bir an önce hazırlanmaya başlasak. Ne de olsa anca yetiştiririz!